0 %

Paragraf Yorumları

Yorumlar yükleniyor...

Yorum Yap

30. BÖLÜM

Yazı Boyutu
100%

30. "KORUMA."

Deren Ateş.

Dünyanın en zorlayan hissi olmalı affedemeyeceğin birini özlemek. 

Kızım kayıpken gün gibi ortada olan bazı şeyleri fark etmiştim. Kızdığım, öfke kustuğum hiçbir şeyin önemi olmadığını ve kızımı bulduğumda tüm dünyaya yeniden sahip olacağımı. Dünyaya yeniden sahip olacaktım ve gece ile gündüzü ayırt edebilecektim. Tekrar uyuyabilecektim. Tekrar yemek yiyebilecektim. Tekrar gülümseyebilecektim. Sandım. Hepsini sandım. Fakat kızımı bulmama, dünyaya yeniden sahip olmama rağmen bunların hiçbirini yapamıyordum. Dünyaya sahip olmuştum ama bir ruhun karanlıkta kalışını öğrendikten sonra o dünyanın hiçbir yeri aydınlık gelmiyordu.

Karmen ile Karina'yı düşünmekten başıma ağrılar saplanıyordu.

Kalbimde, ruhumda yerine oturtamadığım, eksikliğini hissettiğim bir şeyler vardı.

"Abi, artık bırak, çok fazla içtin."

Utku'nun sesini duyduğum zaman gözlerim boşluktan ayrılıp onu buldu ve düşüncelerimin akışı yavaşladı. Mutfak kapısına yaslanmış, uykulu gözleriyle bakıyordu. Gece yarısıydı, holün ışığı yanıyordu. Uykusundan uyanıp aşağıya indiğinden beri orada durmuş beni izliyordu. Odasına geri dönmesini söylemiştim ama buna rağmen orada kalmaya devam etmişti.

Dirseğimi masada kaydırdım ve başım önüme düştüğünde dirseğim de masadan kaydı. Sessiz küfürle bardağı masadan aldım ve bir yudum daha konyak içerken, Utku'nun içeriye girdiğini gördüm. Masaya kadar geldi ve elimdeki kadehe uzandı. "Abi, odaya çıkıp biraz uyusan çok iyi olur. Neredeyse sabah olacak, geceden beri içiyorsun. Nil uyandığında kendinde olmayacaksın, sonra sen de üzüleceksin."

Söylediklerinin yarısını duydum ama hiçbirisini algılamadım. Dirseklerimi tekrar masaya koyup ağrıyan başımı iki yandan tuttum. Utku bardağı benden uzak bir yere koyarak omzuma dokundu. "Odana çıkmana yardım edeyim mi?"

"Karina?" [SE2] diye sordum. "Uyuyor mu?"

Utku nedenini anlamadığım şekilde duraksadıktan sonra cevap verdi. "Evet. Hem de mışıl mışıl uyuyor. Hadi, sen de uyu. Yarın pedagog randevusu var, erken kalkman gerekecek." Kalkmama yardımcı olmak ister gibi dirseğimden tutunca vücudumu kaldırmaya çalıştım. Evet, gün doğduğunda Nil'in bana ihtiyacı olacaktı, ona bakmam ve beslemem gerekecekti. Utku'nun yardımıyla kalktım ve sonra o beni takip ederken mutfaktan çıktım. Çıplak göğsümü kaşıyarak holde bir saniye durdum, nereye gideceğimi bilemez halde etrafıma baktıktan sonra merdivene ilerledim. Utku gelip kolumdan tutmaya çalıştığında, "Üstüne düşersem ölürsün," dedim.

"Önünü bile göremiyorsun abi.”

"Görüyorum," dedim ve gözlerimi kısıp önümdeki basamakları tek tek parmağımla saydım. "Bak, altı tane basamak var önümde."

"Sekiz tane var abi."

Elimi korkuluğa yaslayıp onun yardımını almadan birkaç adım daha attım ve son basamakta takılınca gerçekten de sekiz tane olduğunu anladım. Utku hemen kolumun altına girdi ve beni odama kadar götürdü. Kapıyı açtığında karanlıktaki yatağa baktım ve kardeşim banyoya kadar ilerlediğinde tekrar ondan uzaklaştım. Ağrıyan kafamı tutup dişlerim arasından inlerken, banyo kapısından girip duşkabine ilerledim. Utku kapıyı kapatmadan önce, "Bir şeye ihtiyacın olursa bana seslen," dedi.

"Aslında var ama..." söyleyemem.

"Neye?"

Kafamı iki yana salladım ve Utku iç çekerek kapıyı kapadığında önüme baktım. Altımda eşofmanım vardı, lastiğini çözüp çıkardım ve sonra da iç çamaşırımdan kurtulup sepete fırlattım. Biraz olsun ayılmak için suyu açıp altına girdim ve yumruklarımı fayansa, yüzümü de yumruklarıma yaslayıp sessizce nefes alıp verdim. "Hayır aptal, hayır... kimseyi özlemiyorsun sen, sadece üzülüyorsun. Sen kimseyi özlemiyorsun Deren, sadece bunu yaşadığı için ona üzülüyorsun. Affedemeyeceğin birisi o, biliyorsun..." kendime böyle söylememe rağmen yatağıma asla gidemememin sebebinin kim olduğu açıktı. Bu yüzden yumruklarımı çekip kafamı arkaya attım ve omuzlarımı fayansa yaslayıp yüzüme düşen suları sildim. "Düşünmeden yapamıyorum Karmen. Sen o acıyı yaşamışken bana nasıl aynısını yaşatabildin, aklım almıyor..."

Kafamı fayanslara o kadar çok vurdum ki, niyetimin onu kafamdan çıkarmak olduğunu anladım.

Duştan, belime bir havlu sarıp ıslak şekilde çıktım ve odaya dönünce bir süre yatağa doğru baktım. Başım zonkluyordu, arkası acıyordu. Hâlâ ağrısını hissettiğim bacağımla dolaba ilerleyip bir siyah çamaşır ile eşofman altı aldım, giyinip odanın çıkışına ilerledim. Kızımın odasına girip yatağına yürüdüm ve üstünün açılmış olduğunu görüp panikle yorganı omuzuna çektim. "Hâlâ çok korkuyorum sana bir şey olacak diye, aynı evde olmamıza rağmen korkudan gözüme uyku girmiyor Nil." 

Yataktaki dar boşluğa doğru uzandım ve dirseğimi yanağımın altına koyup küçük yüzünü okşadım. "Nefesim alkol kokarken seni sevmek çok kötü hissettiriyor. Annen alkol zehirlenmesi yaşayıp seni evde saatlerce unuttuğunda ne kadar kızmıştım ona. Kendimi öyle çok dağıtıyorum ki, aynılarını yapmaktan korkuyorum." Eğilip güzel saçlarını kokladım. Bu kokuyu nerede olsa bulurdum, hissederdim. "Karina'nın babası onu bırakmış mı acaba Nil? Ben seni asla bırakmam babacığım. Ve... benim kızım olsaydı onu da asla bırakmazdım."

O adamı düşünürken damarlarım öfkeyle titriyordu. Beynim sanki eriyip yastığa akıyormuş gibi hissediyordum. Başım Nil'in yastığının kenarına düşerken gözlerim kapandı ve elim onun güzel saçlarında kayboldu. 

Daha berrak bir zihin ama yine ağrıyan başla kendime geldiğimde yüzümde bir şeyler hissettim. Bunun, tırtılımın küçük elleri olduğunu anlayınca da dudağımı kıvırdım. N'olduğunu anlamak için tek gözümü açıp baktım ve üstüme oturmuş, boya kalemiyle alnımı çizdiğini gördüm. Onun gülümsemesi günümü aydınlatınca bakışları bana takıldı ve uyandığımı görüp şokla kendini üstümden yana attı. "Baba, ben de seni uyandıymaya çalışıyoydum!" Boya kalemini arkasına saklayıp bana baktı.

Şüpheci gözlerle bakarak, "Ben daha farklı bir şey gördüm," dedim.

Kızım önce dudaklarını birbirine bastırarak sustu ve sonra arkasından boya kalemini çıkararak, "Bak," dedi heyecanla. Ayağa kalkıp kıkırdadı. "Alnına tıytıl çizdim." Sonra ellerini çenesinin altında birleştirip masum gözleriyle baktı bana. "Baba silme noluy noluy! Bak, ağlarım!"

Kızımın tehdidine dudak bükerken, gözlerinin bir daha heyecanla açıldığını gördüm. Hızla yataktan inip hevesli şekilde odanın çıkışına koşarken, "Amcama da çizeceğim!" diye bağırdı.

Ayağa kalkıp başımı iki yandan sertçe tuttum ve sonra saate bakmak için duvara döndüm. Dokuzu biraz geçiyordu. Utku'nun bağrışını duyunca yüzümü buruşturup odadan çıktım. Kardeşimin odasının kapısından bir göz attım. Utku gözünü tutuyor, Nil de suçlulukla, "Özüy dilerim amca," diyordu ağladı ağlayacak bir sesle.

Utku sızlayıp inlerken, "Bir şey yok aşkım, şimdi geçer," diyordu onu üzmemek için.

Nil elindeki kalemi fırlatıp Utku'ya yaklaştı ve onun yanağından öperken beni fark etti. "Tam alnına çiziyordum, amcam dönünce gözüme giydi baba."

"Bu da sana ders olsun tırtılım. Kalemlerini defterden başka yerde kullanma."

Uslu uslu baş salladığında alt kata indim ve buzluktan aldığım bir buz kalıbıyla odaya döndüm. Nil amcasından özürler dilerken açıp gözüne baktım, sulanmış ve kızarmıştı. Her ihtimale karşı buzu tutup beklettim ve Nil amcasının gönlünü almaya çalışırken odama girdim.

Telefonumu kontrol edip dolaptan kıyafet aldım. Keten, koyu kahve pantolon ile yakalı tişört giyindim ve tişörtün uçlarını pantolonumun içine yerleştirip telefonumla cüzdanımı ceplerime attım. Saçlarım kısaydı, elimle bir düzeltip aynadan çenemi sıvazladım. Hafif sakalım çıkmıştı ama vakit ayıramazdım. Başım çatlayacakmış gibi bir ağrıyla odadan çıkarken, "Nil," diye seslendim. "Odana gel kızım."

"Emyedersin babacığım." Parkede koşturan adım seslerini duydum.

Odasındaki dolabı açıp kıyafet bakındım. Kırmızı, askılı bir tulum aldığımda Nil odaya gelmiş, önüme geçmişti. Askıdaki bir sarı elbiseye uzanırken, "Bunu giymek istiyorum," dedi.

"Giyebilirsin."

Hava serin olabileceğinden bir külotlu çorap çıkardım ve ona uzatırken, "Altında çamaşırın var mı?" diye sordum.

"Var var. Atletim de var." Hızlı hızlı baş sallayıp beni çevirmeye çalıştı. "Aykanı dön de giyineyim baba."

Kafamın arkasını ovarak arkamı döndüm ve Nil giyinirken bekledim. Biraz sonra yüzünde güneşten daha parlak bir gülümsemeyle önüme geçip, "Güzel olmuş muyum?" diye sordu.

"Hayır," dedim.

"Baba," diye kızarak ayağıma çıktı, ayağımın üstünde zıplamaya başlayınca onu koltuk altlarından kavrayıp yüz hizama kaldırdım. "Bu gidişle ben yaşlanıp elden ayaktan düşünce sen beni döversin Nil."

"Baba, alnındaki tıytıl çok komik!" Nil gülünce, onu kucağıma alıp odasından çıktım. Kendi odama girip aynadan alnıma baktım ve yamuk yumuk çizdiği şekilde tırtılı nasıl gördüğünü düşündüm. "Beni seviyorsan silme!"

"Seni çok sevdiğim için silemeyeceğim maalesef."

Araba anahtarımı kapıp odamdan ayrıldım ve kardeşimin odasından içeriye bakınca onun bir gülümsemeyle telefonda mesajlaştığını gördüm. "Utku," diye seslendim ve hızla başını kaldırınca, "Hangi kızla konuşuyorsun?" diye sordum.

Omzunu silkti. "Ece ile günaydınlaştık."

Kaşlarım daha da çatılırken Nil kulağıma eğilip fısır fısır konuştu. "Utku dün Ece'ye çikolata veydi."

Duyduklarım karşısında bir süre sessiz kaldım. Utku'nun kalkıp umursamazca yatak örtüsünü düzeltmesini izledim ve onun serseriliklerini bildiğimden, "Arkadaşlık mı ediyorsunuz?" diye sordum.

"Hıhı," dedi yürüyüp açtığı dolabın kapakları arasına saklanırken.

"Gözünü seveyim kızın başını belaya sokma, ailesinin yanlış anlayacağı bir şey yapma." 

"Mesajlaşarak nasıl belaya sokabilirim ki?"

"Senin mesajlaşmakla durmayacağını biliyorum ben," dedim geçmişindeki ilişkilerini düşünerek.

Bana sert sert bakıp aldığı tişörtü üzerine geçirince bir süre sıkıntıyla ofladım, ardından randevumuz için evden çıktığımızı söyleyerek arkamı döndüm. Arabama atlayıp Nil'i koltuğuna yerleştirdikten sonra torpidodaki güneş gözlüğümü geçirip aracımı kullanmaya başladım. Gözlerim saate takılınca da randevumuza henüz vakit olduğunu gördüm. Dünden beri kafama takılan, gitmek istediğim bir yer vardı. Gece ile Yaman'ı dün kapatmıştım, bu akşam da onları dize getirmek için Karmen'i aramakta kararlıydım. Ama ondan önce... Yaşadığı o evi görmeyi istiyordum. 

Arabayı önüme çıkan ilk sağdan çevirerek adresini bildiğim eve sürdüm. Kalp atışlarımın farkında şekilde eve yaklaştım ve daha önce de geldiğim o siteye girdim. Nil nereye geldiğimizi henüz anlamadan bana sorular sorarken, onu alarak arabamdan uzaklaştım. Ayakları her zaman olduğu gibi yine tişörtümün uçlarını çekiştirmiş, karnımı açmıştı.

Sitedeki güvenlikten, polisten aldığım evrağı göstererek geçtim. Karmen'in evi arandığı için oraya girmek yasaktı ama bağlantılarım sayesinde ayarlamıştım. Nil'in yüzünü, burayı hatırlayıp hatırlamayacağını görmek için izledim. İlgiyle etrafını izliyor ama bir şey demiyordu.

Asansöre binip indikten sonra kata baktım ve önünde sarı şerit olan daireye ilerledim. Anahtarı çıkarıp kilitte çevirdikten sonra açılan hole baktım ve aynı anda Nil'in, "Aa," dediğini duydum. "Kaymen'e mi geldik?"

Ah güzelim...

Karmen'in onun için tetikleyici birisi olmadığından emin olmuştum. "Sen Karmen’le burada mı kalmıştın?"

Gözlerini ilgiyle etrafında dolaştırıp sonra heyecanla bana çevirdi. Kollarını boynuma sevinçle sardı. "Kaymen'e gelmişiz baba! Odasında mı?" Tekrar koridora dönüp seslendi. "Kaymen?"

Evden aldığı tek yanıt sessizlik olunca kızım tekrar bana döndü. Karmen'i bu kadar görmek istemesinin ardındaki sebepleri düşünerek holde yürüdüm ve karşıma çıkan ilk kapıyı açtım. Burası oturma odasıydı ve polisler aradığı için biraz dağılmıştı. Nil de benim gibi merakla izlerken ikinci kez bir kapıyı açtım ve genç bir kadına ait yatak odasını görünce nefesimi tuttum.

Karmen'in yatak odasıydı.

Kıpkırmızı yatak örtüsü dağınıktı.

Nil bir heyecanlı çığlık daha attığında eğilip onu ayakları üstüne bıraktım ve odanın içinde ilerledim. Dolabının kapıları açıktı, kıyafetleri dağılmıştı. Gözüme birkaç elbisesi, çamaşırı çarptı ve sonra komodine baktım. Oraya baktığım an bir adım geriye sıçradım. Sanki Karina'nın gülümseyen fotoğrafı uzanıp beni itmişti. Nil benden önce uzanıp o fotoğraf çerçevesini aldı ve gülümsedi. "Meyhaba Kayina. Anneni görmeye geldik ama yok." Fotoğrafı göğsüne koyup oyuncağı gibi taşıdı ve sonra heyecanla bana döndü. "Sen Kayina'nın beşiğini gördün mü?"

"Be… beşiği mi var?" 

"Hı hı." Beni elimden tuttu ve koşturarak odadan çıkarttı. Gözlerim istemsizce arkada, Karmen'in yatak örtüsünde kaldı ve Nil koridora çıktığında duraksadı. "Hangi kapıydı, unuttum."

Bu kez beni sol taraftaki kapıya çekti ve açtığında buranın banyo olduğunu gördüm. Nil oflayıp kapattı ve yandaki kapıyı açınca neşeli bir ses çıkardı. Kapıyı tamamen itip bakınca beyaz renk ağırlıktaki çocuk odasını gördüm. Nil bahsettiği beşiğe doğru koşup bana gülümsedi. "Ben Kaymen'in yatağında uyanıp beşiğe gittim, benim beşiğim sanmıştım!" Kıkırdadı ve sonra bir şeyler hatırlıyor gibi gözlerini kıstı. "Kayina'nınmış, küçükken buyada kalıyormuş."

Ayaklarımda tonlarca ağırlık varmış gibi güçlükle ilerleyip dağılmış odadaki beşiğin içine baktım. Örtüsü de beyazdı, pelüş oyuncak vardı. Demek Karmen, Karina'yı uyuttuktan sonra buraya yatırıyordu, belki beşiğinde sallıyordu. Ona da Nil'e okuduğu gibi ninni okumuş muydu? 

"İçine gireyim mi?" dedi Nil, kıkırdayarak.

Beşiğin kenarına tutunup küçük kızıma gülümsedim. "Karmen ister miydi beşiğe girmeni?"

"Hıhı," dedi hevesle başını sallayıp. "Bir şey demez ki. Kaymen bana asla kızmaz!"

Eğilip onu kucağıma aldım. Bunu bana ilk kez söylemişti. "Karmen sana kızmaz mı?"

"Hayır, kızan oluysa da döver."

Bana araladığı kapıdan girerek aklımı kurcalayan birkaç şeyi sormaya başladım. "Peki başkası kızıyor muydu sana?"

Kızımı beşiğe koydum ve Nil kıkırdayarak beşiğe uzanınca, cevap vermesi için gözlerinin içine baktım. "Yoo," dedi. "Gece ile kavga ediyoyduk ama o da kızmıyordu. Yaman'ı benden almaya çalışıyordu!"

Bir an kafam dağıldı ve dün Yaman’la olan konuşmalarımızı hatırlayıp kaş çattım. "Nil, neler diyorsun kızım? Ne demek Gece Yaman'ı senden alacaktı? Ayrıca Yaman ne, o kocaman adam. Yaman abi, de. Hayır dur... Ne Yaman abisi, hiçbir şey deme! Unut gitsin!"

Bana kaşlarını çatıp, "Ben Yaman'ı seviyoydum ama o Gece'yi öpüyordu," diye şikâyet etti üzülmüş gibi. Kollarını göğsünde bağlamıştı. "İkisine de küstüm ama hâlâ biyaz seviyorum."

Beşikten kalkıp zıplamaya başladığında gözümdeki seğirme yüzünden zor odaklanabildim. Yaman itine bak sen, kızımı kaçırdıkları yetmemiş gibi bir de kendini sevdirmişti! "Unut sen o Yaman'ı," dedim. "Gece ile mutlularmış."

Nil zıplarken bir anda durup bana üzüntüyle baktı ve sonra omzunu silkti. "Olsunlay! Ben de Kaymen'in abisiyle mutlu olurum."

Ağzım bir karış açık kaldı. Sonra sinirle gülmeye başladım. "Aşkım, Nil, neler diyorsun canım benim? Sen benimle mutlusun ya?"

Masumiyetiyle gülümseyip, "Mutluyum," dedi ve sonra yanakları kızardı, gülerek kulağıma eğildi. "Ama Kaymen'in abisi de çok yakışıklı. Benimle konuştu ama ne dediğini anlamadım ki."

Yok artık, öldüreceğim onu.

Kızıma hayal kırıklığı ve hayretle bakarak, "Hani yakışıklı olan bendim?" dedim. "Hangi abisinden bahsediyorsun?"

"Biy tane abisi yok mu? Noyah işte," dedi ve sonra gözleri parladı. "Başka abileri de mi var?"

Giren sancıyla beraber kalbimi tuttum ve kızımın benden başka erkeklere hayranlık beslemesine inanamayarak, "Yok!" dedim. "Başka abisi falan yok! O Noah'ı da unut, ayrıca yakışıklı falan değil." Beşiğe doğru eğilip kızıma yakından baktım. "Hangimiz daha yakışıklıyız?"

Nil afallamış şekilde bana bakıp sonra da yanağımdan öptü. "Sen babacığım. Noyah’la Yaman da yakışıklı ama en çok sen yakışıklısın."

"Hayır," dedim parmağımı sallayarak. "Tek yakışıklı benim. Ayrıca onlar abi, sadece isimlerini söyleme. Bana ve Utku'dan başka erkeğe yakışıklı demeni yasakladım bu dakikadan sonra."

Nil düşünüyormuş gibi yüzümü izleyip salladığım parmağıma baktı ve sonra omzumu okşayıp, "Sakin ol baba," dedi teselli ediyormuş gibi. "En yakışıklı sensin, neden ağlıyoysun ki?"

Uzanıp çokbilmiş ağzını büzüştürdüm. "Ağlamıyorum Nil! Yok daha neler!"

"Ay dudağım acıyoy."

Onun ağzını bıraktım. Noah ve Yaman'dan kendisine hiç kötü bir şey yapmışlar gibi bahsetmiyordu. Kızımı incitmedikleri için mutlu olsam da kızımın onlara hayranlık duyması katlanabileceğim bir şey değildi.

İç çekerek başımı odanın içinde dolaştırdım. Beyaz dolap, yün halı, yürüteç, oyuncaklar, açık dolapta görünen bebek kıyafetleri... Zorlukla yürüyüp elimi korkarak dolabın içindeki ufak kıyafetlerde dolaştırdım ve boğazımdaki yumru başa çıkılamaz hale gelince, acaba bu kıyafetlerden hangisini giyebildi diye düşündüm.

O çiçekli elbiseyi hiç giymiş miydi?

Elimi, sanki Karina'yı rahatsız edermiş gibi kıyafetlerden çektim ve arkamı dönüp odadan çıktım. Bir serap görüyormuş gibi yavaşça Karmen'in odasına girdim ve etrafıma bakıp açık dolabına yürüdüm. Ellerimi bu kez daha farklı şekilde onun üstlerinde dolaştırdım ve elime gelen kırmızı bir elbiseyi çekip aldım. Saten bir elbiseydi, yumuşak kumaşı vardı, üzerinde nasıl görüneceğini hayal edebiliyordum. Elbiseyi sertçe okşayarak kaldırdım ve burnuma yaklaştırıp kokladığımda istediğimi bulamadım. Yalnızca deterjan kokuyordu, bu yüzden geri bıraktım.

Kokusunun aklımda bu kadar kalmasına gülmek istedim.

Birisi görse gerçekten benim bir aptal olduğumu söylerdi.

Arkamı dönüp odasını gezindim. Odanın her yerinde onu hayal edebiliyordum. Ayaklarının parkede sakince yürüdüğünü, gelip yatağına kıvrıldığını düşünebiliyordum. Yatağın kenarına oturdum ve bu kez onun tenini örtmüş çarşafı ellerimde okşayıp kokusunu orada aramamak için direndim. Sonra komodin çekmecelerini açtım ve içerisinde Karina'nın başka fotoğrafları ile bir kamera gördüm. Fotoğraflara teker teker bakıp Karina'nın bambaşka hallerine tanık olurken, "Canım benim," diye fısıldadım. "Ne kadar güzelsin."

Bir fotoğrafta o kadar küçüktü ki, yeni doğduktan birkaç ay sonra çekildiğini anladım. Saçları kısacıktı, uyuyordu. Elleri ufak yumruklar olmuş, göğsüne yaslanmıştı. "Annen gibi güçlü bir kadından nasıl kopardılar seni Karina?" Fotoğrafların birkaç tanesini alıp diğerlerini bıraktım ve sonra kamerayı alıp içine baktım. Birkaç düğmeye bastıktan sonra çalışmaya başlayınca gözlerim heyecanla ekrana takıldı.

Kamerayı önce bir koyu renk kapladı, ardından bir yere sabitlendiğini anladım. Bir iki saniye sonra da iki çift bacakla az önceki oturma odasını gördüm. Karmen gerileyip koltuğa, Karina'nın yanına oturduğunda sanki buradaymış gibi hissederek kafamı kaldırıp etrafıma baktım. Kameradan ses gelene kadar koridoru izledim ve sonra tekrar ekrana döndüm. Karmen, Karina ile karşılıklı koltukta oturup ona kamerayı gösterdi. Karina burada bir yaşından büyük görünüyordu, kameraya bakıp annesine dönünce Karmen onun ellerinden tutup, "Mamma," dedi heceleyerek. "Hadi, söyle artık Karina. Mamma. Anne."

Ona... anne kelimesini söyletmeye çalışıyordu.

Dudağımda bir gülümseme hissettim ve kamerayı kendime daha çok yaklaştırdım. Parmağımı Karmen'in yüzünde, dudaklarında dolaştırırken Karina'nın mamma, kelimesini söylemeye çalıştığını fark ettim. Annesinin kucağına çıkıp mam, dedi ama devamını getiremedi. Karmen oflayıp üzüntüyle ona dil çıkardı. "Aşk olsun Karina'm, annene anne demiyorsun. Sana Karina dediğim için kendi adını söylemeyi öğrendin ama anne demiyorsun."

Karmen'in üzerinde siyah, dizlerinin üstünde biten triko, boğazlı elbise vardı, kış olduğunu anlamamı sağlamıştı. Saçları çok güzel görünüyor, sürekli yüzüne düşüyordu. Karina, annesinin söylediklerini anlamış gibi tükürükler saçarak gülünce ben de sesli güldüm. Karina'nın gülüşü kameranın içindeki annesini de güldürmüştü. "Kalbim Karina'm benim, güzel kızım... Hadi, bir daha dene. Mamma. Anne. Çok istiyorum artık tek nefeste bana anne demeni. Bu dünyada en sevdiğim şey senin annen olmak çünkü."

Kalbim Karina'm.

Kalbiydi demek. Karina Karmen'in kalbiydi.

Karmen'in en sevdiği şeyi ellerinden almışlardı. Kızını. Anne olmayı. Kızının annesi olmayı.

"Mamma."

Kamera içindeki sesi kapıdan duyunca başımı kaldırdım ve çiçekli elbisesiyle kapının önünde duran kızı gördüm. Küçüktü, kameradaki gibiydi, Karmen'e benziyordu. Omzuna kadar gelen, annesine benzeyen saçlarıyla çok güzel görünüyordu. Elbisesi, Nil'in üzerinden çıkarıp attığım o çiçekli elbisenin aynısıydı. Ayaklarını birbirinin arkasına koymuş, çekingen gözlerle bakıyordu.

Gülümseyip, "Karina," diye fısıldadım.

O da gülümsedi.

Bu gülümseme dudaklarının arasındaki dişlerini gösterdi ve sanki beni tanıyormuş gibi yanıma yürüdü. Heyecanlandım ve ne yapacağımı bilemez şekilde ilerleyişini izledim. Bacaklarımın arasına girdi ve başını yana eğip annesine benzeyen gözlerini gözlerime dikti. Karina tahmin ettiğim gibi asildi. "Annemi gördün mü Deren?"

Adımı söyleyişi tüylerimi diken diken etti, gördüğüm serap gerçekmiş gibi hissettim. Onu Nil gibi kucağıma almak istedim ama dokunmaktan, incitmekten korktum. Gülümsüyordu ama canı acıyor muydu? Korkarak saçlarına dokundum ve kafamı çaresizce iki yana salladım. "Bir süredir görmüyorum."

"Ben de," dedi ve dudakları titredi. Konuşması Nil'inki gibiydi, çünkü hayalimde sesini Nil'e benzetiyordum. "Annemi çok özledim."

"Ben de özledim," diye fısıldadım boşluğa doğru.

Gözlerini yaşlar doldurdu ama dudakları hâlâ kıvrıktı. Bir yerden başka bir ses daha geliyordu ama algılamıyordum. Orada olmadığından emin olsam da Karina ile konuşuyor gibiydim. Çiçekli elbisesi ona annesine yakıştığı kadar yakışmıştı. Başını dizime yasladığında, saçlarındaki elim kırmaktan korkarak hareket etti. Saçlarını tepeden aşağıya doğru yavaşça okşadım. Saçları çok güzeldi, yumuşaktı. Nil'in saçlarını okşarken ki hissettiklerimi hissettiriyordu. "Sen annemi görebilirsin ama ben bir daha göremem."

"Görebilirim değil mi?" diye sordum ona.

"Görebilirsin, Deren."

Saçlarını bir daha incitmeden, tepeden aşağıya okşadım ve sonra gözlerimi sertçe kapattım. Bu serabın, hayalin bitmesi için kafamı iki yana salladım ve birkaç saniye ardından gözlerimi tekrar açtığımda odada yalnızdım. Karina dizlerimde değildi, ellerim onun saçını okşamıyordu. Kamera kaydı hâlâ açıktı. Onu, Karmen'in kalbi Karina'yı o kadar merak ediyordum ki, uyanıkken bile hayalini görüyordum.

Video kaydının devamında Karmen, Karina ile oynadı ve sonra kaydı hatırlayıp koltuktan kalktı. Kameraya yaklaştıkça belli olan yüzüne baktım ve kamerayı alıp doğrulduğunda kaydı durdurdum. Kadraj tam yüzündeydi. Onu... Yemin ederim ki ilk kez böyle görüyordum. Kameraya bakarken gözlerinin içi gülüyor, parlıyordu. Dudaklarındaki gerçek, içten bir gülümsemeydi.

Demek Karina hayattayken böyle görünüyordu.

Benim onu tanıdığım süre boyunca hiç böyle mutlu olmamıştı.

Parmaklarımı yakınlaşan yüzünde dolaştırıp dudak kenarlarını, gülümseme çizgilerini okşadım. Bana bunları yapmasaydı onun için dünyayı yakardım. Bu gülümseme için, gözlerindeki bu ışıltı için... Aslında, bana bunları yapmış olmasına rağmen yine onun için dünyayı yakardım.

Bu his gururumu paramparça etse de inkâr edemiyordum.

Telefonumun çaldığını duyunca kamerayı dizime koyup çıkardım. Boğazımı temizleyip yanağımdaki ıslaklığı sildim ve arayanın Mert olduğunu görüp derhal açtım. "Buldum," dedi dedektif, hemen. "Mark'ın kim olduğunu ve nerede olduğunu buldum. Fakat bir sorun var, o seni tanıyor olabilir."

🎠

İTALYA.
Karmen Russo.

Kalbini söküp aldılarsa, artık onlara vereceğin tek şey kalpsizliğindir.

O an kelimelerine karşı duyduğum öfkeyi dağıtan şey, içime kadar işleyen ses tonuydu. Güneşin üzerime ışığını devirmesi gibi bir duygunun da ruhuma devrildiğini hissettim. Deren'in konuştuğunda etkilediği ilk şey hep ruhum olmuştu. Onu, telefonun diğer ucunda değil de hemen buradaymış gibi hissettiren sesine karşı saniyelerim susup beklemekle geçti. 

Bu, ondan beklediğime yakın bir adımdı.

Fakat Gece ile Yaman'ı doğrudan canımı acıtmak için kullanacağını düşünmüştüm, beni kendisine geri çağırmak için değil.

Günün birinde birbirimizi bu sebeple arayacağımızı düşünmemiştim ama yaşanılanlar ona da bana da başka şans tanımıyor olsa gerekti. Yine de az önce gördüklerimden sonra gelen bu aramayı insani bir öfkeyle karşılıyordum, sabırsızca dilimin altında bekleyen her kelimemde büyük bir çığlık daha vardı. 

Çok tahammülsüz olduğum içim sözcüklerimi bir sıraya sokmayı düşünmeden ve daha fazla dayanamadan, "Öldüreceksin öyle mi?" diye sordum sessizce. Sonra yumruğumu sıkarak bağırdım. "Öldüreceksin öyle mi? Öldür! Öldür! Sen de öldür!"

Abilerim bana daha da dikkat kesildi ve Angel hayretle elini ağzına kapadı. Deren'in sakince aldığı soluğu duyduğumda, "Hani, duymuyorum kurşun sesini?" diye bağırmaya devam ettim. "Öldürsene! Bunu da yap! Ben de sana çok şey yaptım sonuçta, değil mi?"

Yalnızca, "Karmen," dedi.

"Ne var manyak? Ne var? Tehdit mi ediyorsun sen beni? Doğru, niye etmeyesin, sonuçta ben kızını kaçırdım değil mi?" Kendimi kaybetme noktasında olduğumu gösteren öfkeli bir çığlıkla devam ettim. "Adamsan vur, adamsan vur!"

Dante omzuma dokunarak, "Kim o?" diye sorarken, Deren bir daha, "Karmen," dedi aynı ses tonuyla.

"Adımı zaten biliyorsun geri zekâlı! İşe yarar bir şeyler söyle!"

Bir nefes daha alıp, "Türkçe konuş," dedi.

"Ne?"

"İtalyanca konuşuyorsun.”

Deren’le hep Türkçe konuşmuştuk, bu yüzden yadırgamış olmalıydı ama İtalyanca da biliyordu. İzahı olmayan bunca şey arasında bu detaya takılmış olmasına daha da sinirlenerek, "Sen İtalyanca konuş!" diye bağırdım. "Kafama bir silah dayamışken çok iyi konuşuyordun dilimi!"

Bize yaklaşan abim, "Bu o," dedi Dante'ye, sakin olmayan şekilde. "Deren."

Abilerime arkamı döndüm ve birkaç adım ilerleyip uzaklaşırken Deren, "O silahı kafana dayamayı ben mi istedim?" diye konuştu Türkçe. Sesinde kabullenemediği bir şeyler vardı. "Sana yaptığım hiçbir şey bana yaptığın kadar acı verici olmadı."

Aklımdan aynı anda birkaç cümle geçti. Zihnimde acı bırakarak kulağımda yankı oluşturdu. Bana söylediklerinin gerçekten acı vermediğini mi düşünüyordu? Karina'yı öğrendikten sonra bile mi? "Bana bir çocuk için eziyet olduğumu söylemen ruhumu öldürdü. Ama sen ona da inanmazsın."

Böyle söylemek istemedim, gerçekten yaralarımdan bahsetmek istemedim. Lafı Karina'ya getirmek istemedim ama ruhum kendisi olduğu için belki de sözcükler bir anda döküldü.

Abim[SE4]  kolumdan tutup, "Sana ne söylüyor?" diye sorduğunda, Deren'in, Karina'nın konusu etrafında dönmemesi için, "Artık birbirimize inanıp inanmamamızın bir önemi de yok," dedim. "Madem laf ağızdan çıktı, çekip öldür."

Deren sessizliğini sürdürmeye devam etti. Belki tanıdığı o kadının, günlerce olduğu gibi yine kendisine onları bırakması için rica etmesini beklemişti. Ama yapmayacaktım. Çünkü biliyordum, Deren Gece'ye bir şey yapamazdı. Bana bile yapamamıştı ki ona yapsın.

Peki Yaman?

"Neden dönmemi istiyorsun?" diye sordum, sözcüklerin dudaklarımdan ok gibi fırlamasına engel olamıyordum. "Her şeye rağmen mi sana dönmemi istiyorsun? Bu kadar mı muhtaçsın bana? Bu kadar mı kopamıyorsun benden?"

Salvador'un genzini temizlediğini duydum.

Tüm söylediklerime rağmen Deren'in sessiz kalmaya devam etmesi sinirlerimi daha çok bozdu. Elimdeki silahı boşluğa doğru sallarken, "Sustuğuna göre öyle olmalı," dedim. "Aptalsın sen! Tanıdığım en büyük aptalsın!"

Silahımın tersini şakağıma yaslarken, gözüm bir daha yerde uçuşan kâğıda kaydı ve güçlü bir çığlık atma duygusu beni ele geçirdi. Mark'ın kızımı boğduğunu öğrendim ve üstüne ondan en yakın arkadaşımı vuracağına dair tehdit aldım. Zamanlaması o kadar iyiydi ki, tebrik etmek lazımdı.

Deren'in sessizliğini bozarak, "Evet aptalım," dediğini duydum. Sesi, söylediklerimden etkilenmemiş gibi sakindi. "Evet salağım, evet geri zekâlıyım, evet akılsızım. İstediğini say bana, istediğin hakareti et bana, yine de buraya döneceksin."

Salvador'un elini omzuma koyduğunu hissedince dönüp bir an baktım. Öfkeli gözlerini telefona dikmişti. "Kapat."

Bu kez abilerimin anlamaması için Türkçe konuşarak, "Az önce bana döneceksin diyordun," diye hatırlattım, onu sinir edeceğini bilerek. "Şimdi buraya döneceksin diyorsun."

Mücadele içindeymiş gibi yarım nefesler verdi. "Fark eder mi?"

"Doğru, fark etmez." Ona kızımı öldürdüklerini söylememe rağmen beni arkadaşımı vurmakla tehdit etmesine neden bu kadar içerlediğimi bilmiyordum. "Benim için fark etmez değil mi? Çünkü ben seni kandırdım, aldattım, ihanet ettim, benim için neden fark etsin..."[SE5] 

Bir anda sanki dakikalardır güçlükle susuyormuş gibi, "Hatırlatma!" diye kükredi delicesine. Ardından kuvvetli bir eşya sesi geldi, bir şeyi devirmiş gibiydi. "Unutmaya çalıştığım her şeyi hatırlatma! Hoşuna mı gidiyor? Tekrar tekrar teslim oluyorum bazı şeylere ama sen inadına yapar gibi yüzüme vuruyorsun tüm yaptıklarını! Niye bu kadar arada bırakıyorsun beni? Neden bu kadar çelişki içinde yaşamama göz yumuyorsun! Senin yüzünden mi kafayı yiyorum senin için mi kafayı yiyorum anlamıyorum artık!"

O kadar fazla bağırıyordu ki âdeta sesiyle elimdeki telefonu titretiyordu. Benim kendime yardım edemediğim gibi o da kendine yardım edemiyordu. "Biz birbirimize kötü hatıralardan başka bir şey bırakmadık," dedim. "Hadi öldür arkadaşlarımı, bir kötü hatıra daha girsin aramıza."

"Ne hissediyorsun?" diye sordu bir anda. "Beni hatırladığında ne hissediyorsun?"

Ruhumda bir yanılsama hissettim. İkimiz arasında yaşanan duyguların ışığı bir an için ruhuma doğru düşüp hafifçe aydınlattı ama buna rağmen cevabım karanlıktı. "Hatırlamamam gerektiğini."

"Ben ne hissediyorum biliyor musun?" Sesini daha derinden duymaya başlamıştım.

Abimin telefonu kapatmamı istiyormuş gibi kolumdan tuttuğunu hissettim ve Deren'e, "Ne hissediyorsun?" diye sordum.

"Kaybettiğimi."

Bir kayıptım demek ki, kaybımın bir anlamı vardı. Her şeye rağmen mi? Rağmen mi?

"Bak, işte bu yüzden oraya ya da sana geri dönmemin bir anlamı yok." Abimle göz teması kurup ona başımı sallarken, Deren'e Türkçe karşılık verdim. "Öldür arkadaşlarımı, böylelikle birbirimizi asla affetmeyelim."

"Öldürürüm!" diye bağırdı. "Beni kışkırtma, yaparım!"

"Yapamayacaksın," dedim kendimden emin şekilde. "Çünkü sen merhametlisin. Canımı yakmak için sevdiğim insanlara zarar veremezsin. Belki yapardın ama Karina'yı öğrendikten sonra asla yapamazsın." Dudağımın kenarıyla, alaycı şekilde güldüm. "Sen hiç inanmasan da, seni sadece kullandığımı düşünsen de ben sana, seni tanıyacak kadar yakınlaştım. Bu yüzden beni tehdit etme. Bu telefonu bir daha beni tehdit etmek için ararsan, sana kim olduğumu gösteririm."

Telefonu öfkeyle fırlatıyordum ki, Angel'ın korkmuş gözleriyle karşılaşıp duygularıma sahip olmaya çalıştım. Salvador abim hâlâ kolumu tutarken eğilip yerdeki kâğıdı aldım ve yengeme doğru birkaç adım attım. Telefonu avucuna bırakıp eve yürümeye devam ettiğimde, "Dağılın," diye emir verdi Dante ve diğerleriyle beraber peşimden geldi. "O adam mıydı? Neden aramış seni? Neler istiyor?" Salvador abim beni yavaşça kendisine çevirip yüzüme baktı. "Sana söylediklerimi hatırlıyor musun? Ancak o senin peşinde olmazsa ben de onun peşinde olmam, demiştim. Bana sadece onu öldürmemi söylemen yeterli."

Ağzımı açtım, öldürmesini söyleyeceğimden değil ama yapabilir miyim diye merak ettim. Elbette yapamadım. Duygusal dayanıklılığımın sonunda olduğum için zorlukla konuşarak, "Deren gelip beni öldürse bile ona bir şey yapmayacaksınız," dedim. "Nasıl daha net olabilirim?"

Salvador'un gözlerine huzursuz bir duygu yerleşti. Beni kırmayacak kadar seviyordu, sözlerimi çiğnemeyecek kadar saygı duyuyordu ama onlar için hiçbir şey yaşamımdan ileride değildi. Bana üzülüyormuş gibi yanağımı okşayarak, "Yapma," dedi. "İkinci kez kendine bunu yapma."

Carlos'tan sonra ben de kendime ikinci kez yapmayacağımı söylemiştim ama...

Carlos, Deren’le kıyaslanamaz bile.

"Öldürmeyeceğim korkutmayacağımız anlamına gelmez," dedi Dante, bir tabletten sigara çıkarırken. "Sana böyle istediği gibi ulaşması hiç hoşuma gitmedi. Bu durumun çaresine bakmamız lazım." 

Salvador beni bırakıp yengeme döndü ve benim az önce yapmadığım şeyi yapıp telefonu fırlattı. Angel bunu bekliyormuş gibi abime gözlerini kısınca, Salvador eğilip onun dudaklarından öptü. "O adamda senin telefon numaranın olmasından hoşlanmadım. Karmen'e bu kadar kolay ulaşmasından da. Gel de anlat bana, onun telefonunun sende ne işi olduğunu..."

Abim karısını eve götürürken, Dante ile kaldığımız yalnızlığı sesim doldurdu. "Kendimi onun yerine koyduğumda ben de bana çok öfke duyardım Dante. O yüzden ona kızma. Ben kızıyorum, çünkü duygularım var. Ama siz kızmayın, dokunmayın ona."

Arkamı döndüm ve gözlerimi kapatıp açtıktan sonra süratle eve yürüdüm. Üst kattan Angel'ın kahkahalarını duyarken abimin onu güldürdüğünü anladım. Asansörü çağırıp odamın olduğu kata çıkarken yumruklarımı arkamdaki asansör duvarına yasladım. O aramayı suratına kapattıktan sonra Deren'in nasıl hissettiğini düşünmeden yapamıyordum. Etrafında olan her şeyi dağıttığına emindim.

Avucumdaki kâğıdı hatırladığımda ben de bir şeyleri dağıtmak istedim.

Belki de bu yüzden en çok birbirimizi dağıtıyorduk.

Odama yürüyüp kapısını açtım ve çarparak girdim. Bir öfkeli çığlıkla koşup gözüm görmeden makyaj masamın üstünde ne varsa fırlattım. Ellerimi masanın üzerine koyarak durduğumdaysa yansımamdaki kadının gözleri bana hem uzak hem de çok tanıdık geldi. Bu gözler seneler önceki kendinden emin kişiliğime aitti ve aradan uzun zaman geçtiği için uzaklaşmıştık. 

"Beni acıdan öldürmeye çalışsan da ölmeyeceğim Mark. Seni öldürmeden ölmeyeceğim. Hatta ağlamayacağım bile. Seni öldürene kadar ağlamayacağım." Yumruklarımı ezerek aynaya arkamı döndüm.

Panik dolu nefeslerimi yatıştırıp yatağıma yürüdüm. Ucuna oturup üzerimdeki çelik yeleği çıkarmaya başladım. Deren'e duyduğum anlık sinir yüzünden yere fırlattım ve birkaç saniye sonra gidip aldım, yatağın ucuna koyup çelişkili duygularım yüzünden nefeslendim.

Senin yüzünden mi kafayı yiyorum, senin için mi kafayı yiyorum anlamıyorum...

Hem senin için Deren hem de senin yüzünden.

Mark'ın bana yapmayı istediği şeye boyun eğmemek için odamda daha fazla kalamadım. Komodinden, bir süredir düzgünce aldığım hapı alıp su ile içtim. Sonrasında dantelli sutyenimin üzerine siyah uzun kollu badi giyerek odamdan çıktım ve Noah'ın olduğu kata ulaştım. Marianne'in nasıl olduğunu merak ediyordum. Abimin odasının kapısını tıklattım ve içeriden cevap aldığımda açıp girdim.

"İyi ki geldin Karmen, sana ihtiyacım vardı," dedi Noah, beni gördüğü an.

Yatağının kenarında oturmuş, Marianne'in yüzünü okşuyordu. Sara odada koşturuyordu. Noah'ın yanında durup, "Yaralarına bakarım," dedim. "Suaygırı dövmüş belli ki. Bir şey yapamamış kızcağız. Ben hemen yaralarını temizler merhem sürerim."

"Duydun mu Mari? Kardeşim iyi olacağını söylüyor." Noah onunla öyle hassas, tatlı konuşuyordu ki derin kederime rağmen dudaklarımı kıvırdım.

Sara'nın getirdiği ilkyardım çantasını açarken yatağın diğer kenarına oturdum. Noah onun elini tutarken bu güzel kızın görünen yaralarını temizlemeye başladım. Gözlerini ara ara açıp kardeşimi aradığında Noah onun yüzüne eğilip yanaklarını okşadı. "Çok iyisin. Yaraların iyileşecek. Sakın üzülme ve korkma, ben yanındayım. İstediğin bir şey var mı?"

Marianne'in pansuman yaptığım yanağına bir damla düştü. "Korkuyorum Noah."

"Burada o kadar güvendesin ki, keşke bunu sana gösterebilsem."

Hemşire olduğum ve ailecek çok fazla yaralandığımız için evde neredeyse ameliyat yapacak kadar malzememiz, konforlu alanımız vardı. Bu sebeple dakikalar sonra Marianne'in yaralarını temizleyip, kapatılması gerekenleri kapatmıştım. Dinlenmesi için ona bir uyku ilacını su ile verdim ve gözleri tamamıyla kapanınca Noah'a baktım. "Uyandığında daha iyi ve dinç hissedecek."

"Yanından ayrılmak istemiyorum," dedi. "Keşke evlenmelerine engel olabilseydim, benim karım olsaydı."

Gözlerimi kırpıştırdım. "O kadar mı çok seviyorsun?"

Kaldırıp elini öperken, "Çok çok," dedi.

Ne kadar güzel...

"Ben eve girerken gelen araç neydi?" diye sordu ben dalgınca Marianne'in saçını okşamasını izlerken.

Kâğıtta yazılanları ve o tabutun ölçülerini hatırlayıp irkildim. "Mark göndermiş."

Noah başını sertçe kaldırdı. "Ne demek Mark göndermiş? Ne göndermiş? Bu adam kendini ne sanıyor da Russoların evine bir şey gönderebiliyor?"

"Tabut göndermiş," diye fısıldadım, sesim o kadar soğuktu ki etrafımın da buz gibi olduğunu hissettim. "Küçük bir tabut."

Noah'ın gözlerindeki cehennem, Mark'ı yakacağım türden bir cehenneme benziyordu. "Neden hâlâ onu öldürmüyorsun?" diye sordu. "Hâlâ neyi bekliyorsun?"

"Karina'mı kaybettikten sonra tam yirmi üç gün ondan haber alamadım. Her gün işkence içinde geçti, her saniye can çekiştim. Kendimi kaybettim, kafamı duvarlara o kadar çok vurdum ki alnım ezildi..." anlattığım her şeyi Deren'e yaşatmış olduğum gerçeği bir zebani gibi dikildi karşıma. "Bu yüzden Mark'ı tek bir kurşunla öldürmek istemiyorum. Her günü ölmeyi dileyerek yaşasın istiyorum."

Söylediklerimden sonra elini yanağımda hissettim. "Yaşadığın her şeyi geri almayı çok isterdim. Beni affet."

"Senin bir suçun yok. Günahlarımın bedelini ödedim, sonra bunlardan ders çıkarmadan başkalarının canını yaktım..." başkalarının kim olduğu o kadar açıktı ki Noah sormadı. "Yine de... Karina'mın bu kadar acı çekerek ölmesini unutamıyorum. Keşke o yirmi üç gün boyunca acı çekip ölen ben olsaydım."

"Muhtemelen her anne bunu diler ama böyle söyleme kardeşim. Hâlâ hayattaysan seni bekleyen bir şeyler olmalı."

Bir ihtimal olabilirdi, hayatta beni bekleyen bir şeyler olabilirdi. Ama ben bekliyor muydum? Hayatımın hiçbir dakikasından tat almıyordum. Yemek yerken, hatta su içerken bile lokmalar boğazıma diziliyordu. Gülümsemem hep yarıda kalıyordu, çünkü bir şeye gülecek olduğumun ikinci saniyesinde hep Karina'mı hatırlıyordum. Sadece... Nil ile beraberken biraz daha iyiydim ve onunlayken.

Ama onlar bile beni hayatta tutmaya yeter miydi, bilmiyordum.

Odanın kapısı tıklatıldığında abimle aynı anda baktık. Dante içeriye girerek, "Aşağıya inmeniz gerekiyor," dedi. "Önemli bir şey oldu."

Noah, Marianne'e baktı. "Onu yalnız bırakmak istemiyorum."

Dante onun bu âşık hallerine göz devirdi. "Sara birkaç dakika onunla kalabilir." Odanın köşesindeki Sara'ya baktı. "Değil mi tatlım?"

"Ev... Evet Dante Bey."

Bunun üzerine kardeşim Marianne'i Sara'ya emanet etti ve odadan Dante'nin arkasından çıktık. Asansöre bindiğimizde ojeli tırnaklarıma bakarak, "Önemli olan ne?" diye sordum.

Dante sinirli sinirli güldü. "Seni bunca senedir bulamamamızın sebebini öğrendim."

En alt kata indik ve açık sokak kapısından dışarıya çıktık. Malikânenin arkasına doğru yürürken korumaların etrafı sardığını gördüm. Birkaç adımdan sonra bakış açıma yerde, dizlerinin üzerinde oturan bir kadın girdi. Enrica ve diğer bir koruma onu omuzlarından bastırarak yanında bekliyordu. İlerledikçe kadının kısa saçlarının bana ne kadar benzediğini fark ettim. Kesimi, uzunluğu benimkiyle neredeyse aynıydı. 

"Mark, yanlış bir izi takip etmemiz için bu kadını kullanmış," dedi Dante, biz kadının yanında durduğumuzda. Kadının kısa saçlarından tutup arkaya doğru çekince yüzünü ilk kez görmüş oldum. Garip şekilde yüz hatları da bana benziyordu, elbette ikizim değildi ama birisi onu uzaktan görse ben sanabilirdi. "Senelerdir bu kadının da izini takip etmişiz. Tezgâhını kurduktan sonra sana yapacaklarına müdahale etmeyelim diye bizi böyle ekarte etmiş."

Senelerdir ben kaçmıştım, abilerimi tanıdığım için beni nasıl bulabileceklerini düşünüp bazı yolları deneyerek kaçmıştım. Onlar da benim gizlendiğim bu sürede Mark'ın ortaya sürdüğü kadının izlerini sürmüştü. Mark, belli ki onu aldattığımı bir şekilde öğrenmiş ve kendi ölümünü hazırlayan bir plan yapmıştı. Kadının korkak gözlerine bakarken biraz daha yaklaşıp yanağını okşadım. "Bunu yapman için Mark'tan ne kadar para aldın?"

Mark'ın adını duyar duymaz kafasını iki yana salladı. "Koruması beni bulup bunu yapmaya zorladı, ben istemedim."

Üzerinde bulunan kıyafetleri süzdüm. Gerçek olduğu belli olan bir kürk ile deri mini eteği vardı. Eteğin sol alt köşesindeki marka amblemini görüp dudağımı kıvırırken, "Üzerinde yirmi beş bin dolar var," dedim. "Zorlanmış olsan da tadını çıkardığın açık."

Gözleri kaçamak bir cevap arıyormuş gibi düşünceli hale büründükten sonra, "Ne yaptığımın farkında bile değildim," dedi. "Bana söylenileni yapıp paramı alıyordum. Yıllardır gezmediğim ülke kalmadı. Vazgeçmek istedim ama izin vermedi. Senin gibi davranmaya, yürümeye, hareket etmeye zorladı beni."

Noah benim yanıma yaklaşıp kadını süzerken, "Belki doğru söylüyordur," dedi. Noah için bazı koşullar haricinde öldürmek en son seçenekti, bu söylediğine şaşırmamıştım. 

Kadın gözleri parlayarak küçük abime döndü. "Evet, gerçekten doğruyu söylüyorum.”

Dante, kadının yüzünü tutup bir daha bana çevirerek, "Hakkındaki kararı Karmen verecek," dedi. "Ondan af dile."

Doğrulup kollarımı göğsümde kavuşturdum ve düşünceli şekilde, "Mark'ın seni bulduğumuzdan haberi var mı?" diye sordum.

Ona sorduğum soruya Enrica, "Eğer kadını izlettiriyorsa olmuştur efendim," dedi.

"Güzel," dedim. "Köşeye sıkıştığını daha fazla hissedip saldıracaktır, yakın zamanda bana bir hediye daha gönderebilir."

Noah, "Öyle bir şey yapalım ki bir daha buna cesaret edemesin," dedi.

Kafamı salladım ve kadına, "Kızımın öleceğini biliyor muydun?" diye sordum.

"Kızın mı?" diye tekrarladı.

Mark veya koruması ona bir şey anlatmamış olmalıydı. Düşününce, tabii anlatmazlardı. Bilmeden de olsa Karina'ya zararı dokunmuştu, üzerindeki kıyafetleri hoşlanarak taşıyordu; Mark bunun için ona para ödüyordu. 

"Öldürecek misin?" dedi Dante.

Kadının gözbebekleri bunu duyduğu an kocaman oldu. Karina'm ölüm gerçeğini bilmediği için Mark boğazını sıkarken sadece canı acımış ve korkmuş olmalıydı. Öleceğini, bir daha gözlerini açamayacağını bilmiyordu.

Sertçe yutkunarak, "Henüz değil," dedim. "Belki işimize yarar." Enrica'ya kadını işaret ettim. "Götürün."

Enrica ve diğer koruma derhal kaldırınca, kadın dizlerime doğru yapışıp, "Lütfen bırak," dedi. Korkudan yüzü beyazlamıştı. "Ben suçsuzum!"

"Umurumda değil."

Kız çırpınırken, Enrica ile koruma onu kollarından kaldırıp uzaklaştırmaya başladılar. Bir süre abilerimle beraber onların arkasından bakarken, "Öldürmeliydin," dedi Dante. "Kadın olduğu için pozitif ayrımcılığa gidiyorsun."

Noah, "Belki de gerçekten suçsuzdu Dante," dedi.

Sağ yanımdaki meleğe ve sol yanımdaki şeytana sırt çevirip bahçenin ilerisine yürüdüm. Çitlerle kapatılmış büyük kulübeye gidip kapısını açtım ve yılanımı cam kabini içinde görünce sırıtarak yanına gittim. Onu görmeye bir kez gelmiştim, bu ikinciydi. Uzun, yüksek cam kabinin yüzeyinde yavaşça, tıslayarak hareket ediyordu. Angel korktuğu için ona evde değil, burada bakıyorduk. Parmağımı cama yasladığımda küçük ritmik sesi duyup gözlerini açtı ve parmağıma doğru süründü. "Slenderman, merhaba bebeğim." 

Parmağıma doğru tısladığında onu daha yakından sevmek istedim. Cam kabini yavaşça açtım ve yüzeydeki yılanıma uzandım. Ellerimin ikisiyle birden yılanı tutup çıkardım ve elimde hareket eden hissine sırıttım. "Duydum ki Mark'ı ısıracakmışsın? Doğru mu hayatım?"

Dışarıya çıkardığı kıvrak, uzun diline kıkırdayıp onu rahatsız etmeden boynuma doladım. Ağırlığına alışkın şekilde ağzını takip ederken, boynuma sarılan vücudundaki kontrolümü kaybetmeden, "Onu istediğin kadar yiyebilirsin," dedim. "İzin vereceğim. Boynuna o kadar sıkı dolan ki nefes alamasın, boğulsun."

Slenderman'ın bana bakan gözlerini izleyip başını okşadım ve ardından vücudunu çözdüm. Kalın, pürüzlü derisini okşayarak kabine koyarken de bir daha tısladığını duydum. "Güzel bebeğim bana tıslama. Yoksa kafanı koparırım."

Yılanımı yerine koyup çekildim ve cam kabini kapatıp bir süre daha izledikten sonra oradan ayrıldım. Eve doğru yürürken Noah ile Dante'nin kaybolduğunu fark ettim. Korumalar yerlerini almış, malikânenin arazisinde düzen tekrar kurulmuştu. Evin ön tarafına yürürken yerdeki kan lekelerine baktım ve kararlı şekilde kafamı salladım. Mark'ın kanı o kadar fazla akacaktı ki, asla silinemeyecekti.

Eve girdiğimde Sara'nın elinde tepsiyle yukarıya çıktığını gördüm. Ona yetişip tepsiyi elinden alırken, "Ben yediririm," dedim ve asansörü kullanmak yerine merdivenleri çıkarak babamın katına ulaştım. Odasının kapısını dirseğimle açtım ve babamı, bir ahbabıyla görüntülü konuşma yaparken buldum. Konuşmasını bölüp bölmemek arasında kaldığımda babam içeriye davet etti beni.[SE6] 

Yanağından öperek sandalyesinin yanındaki pufa yerleştim ve tepsiyi dizlerime koyarken babam da görüşmesini sonlandırdı. Ekrandaki adama fazla bakmamıştım bile, ilgilenmiyordum. Tepside babamın çok sevdiği bir çorba ile et üstü patates püresi vardı. Çorbayı içirmeye başlarken, "Fizyoterapistin her hafta aşama kaydettiğini söyledi," dedim gülümseyerek. "Seninle gurur duyuyorum babacığım. Her şeye rağmen çok yenilmez görünüyorsun."

Kırmızı mendille dudağının kenarını silerken konuşmaya çalıştığını fark edip ne diyeceğini dinledim. "Sen... Sen de," dedi güçlükle.

Işıltısı olmasa da gülümsedim. "Ben de mi yenilmez görünüyorum?"

Kafasını salladığında gülümsememi çoğaltıp, "Umarım babacığım," dedim. "Düşmanlarıma gözdağı vermem gerekiyor." Babamın omzundan arkaya, komodindeki çerçeveye baktım. Bir komodinde hem annemin, hem benim hem de Karina'mın fotoğrafı vardı. "Üçümüz birbirimize benziyor muyuz sence?"

Babam kafa sallayıp elimden tutunca, "Biliyor musun Deren de senin gibi, harika bir baba," dedim. Babama zaman zaman ondan, ona yaptıklarımdan bahsetmiştim. "O yüzden hiç kızamıyorum ona. Aksine, kızı için bu kadar öfkelendiğini, kızını bu kadar sevdiğini bilmek daha da devleştiriyor onu gözümde."

Babama kirpiklerimin altından bakınca gözlerinin endişeli olduğunu görüp, "Merak etme," dedim. "Deren, Carlos gibi değil." Çatal yardımıyla köfteyi kesip püreyle babama uzattım. "O masada oturan Deren olsaydı ve ben ondan hamile olsaydım, ayağa kalkıp o çocuğun kendisinden olduğunu söylerdi. Buna eminim."

Ve o zaman kızım yaşardı.

"Car... Carlos... gel..."

Babamı yormamak için sorusuna, "Hayır," diye yanıt verdim. "Norveç'teymiş, geldiğimin haberini daha duymamıştır."

Carlos’la aramızda bir yüzleşmenin yaşanacağı kesindi. Bunu planlamayı düşünmüyordum, isterse gelir ve hak ettiği cevabı, muameleyi alıp dönerdi.

Babamın yemeği bittiğinde yanında kalıp daha önce olduğu gibi yine Karina'mdan bahsettim. Odasından ayrılırken de oldukça düşünceliydim. Koridora çıkınca buraya doğru yürüyen abimi görüp duraksadım. Birbirimize bakarken, "N'apacaksın?" diye sordu bana. "Mark'a ne yapacaksın? Artık yap. Sen bir şey yapacaksın diye elimizi sürmüyoruz ama artık tahammülüm kalmadı Karmen. Bizimle, itibarımızla, seninle öyle kolay alay edemez; onu tabutun içine gömerim."

"Merak etme, ona güzel bir sürpriz hazırladım."

Ellerini kumaş pantolon cebine koyarak, "Nedir?" dedi.

"Mark, kendi ölümünü satın alacak."

Abimin gözlerinde daha parlak bir ışık görünürken, "Neler geçiyor o öpülesi aklından?" dedi.

Keyfim yerine geldiği için yaklaşıp abime göğsünden sarıldım ve gözlerine bakarak, "Mark'ın geri çevirmeyeceği birisine ulaşıp ondan Mark'ı bir müzayedeye çağırmasını isteyeceğim," dedim düşünceli şekilde. "Müzayedede birisinin ölümü satılacak. Daha önce birkaç kez olduğu gibi. Katılanlar kim olduğunu bilmediği birisini öldürmek için para ödeyecekler. Bu sürpriz olduğu için gönüllü olarak, kutudan kim çıkarsa çıksın kabul etmiş olacaklar. Mark ve diğerleri de böyle bir ortamda, böyle bir sürprize karşı koyamayacaklar. Birisini öldürmek için para ödeyecekler ama hiçbirinin aklından oradakinin kendisi olduğu geçmeyecek."

Salvador saçlarımın arkalarını okşayarak, "Böyle bir sürprizi gerçekten de satın almak isterler," dedi. "Hepsi manyak."

"Evet," dedim başımı abimin göğsüne koyarak. "Müzayede sahibi sürpriz ölümü Mark'a satacak ve kutudan öldürülecek kişi kendisi çıkacak."

"Asla kendini öldürmez, buna karşı çıkar," dedi.

"Muhtemelen kutudan kendisinin çıktığını görünce alay edildiğinin farkına varacak. Herkesin içinde küçük düşecek, aşağılanacak." Karina'mı düşünerek elimi kalbime koydum. "Kendini öldürmek için milyonlar vermiş olacak."

"Son dakikaya kadar bunun senin oyunun olduğunu anlamayacak."

"Öldüğü son ana kadar oynayacağım onunla. Zaten ölümüne de az kaldı."

Abim beni odama çıkarırken aklımdaki diğer şeyleri de anlattım ve odamdan içeriye girdiğimde yanına gittiğim ilk şey fotoğraf çerçevesi oldu. Karina'mın fotoğrafını okşayarak öpücüklere boğdum. "Aşkım, bugün iyisin umarım. Rüyama geldiğin günden beri ben daha iyiyim. Seni düşünüyorum, senden güç alıyorum. Senin dayandığın... karşı koyduğun, direndiğin kadar direniyorum. Çünkü ben senin annenim, sen de benim kızımsın."

Ama... Belki başkasının kızı olsan daha uzun yaşardın.

Hayır, Karina'm beni çok seviyor. Rüyama geldi. Bana sıkıca sarıldı. Ben de ona sarıldım. 

Fotoğraftaki gülüşünden neredeyse sekiz-on kere öptüm ve sonra cebimdeki telefonu çıkardım. Bu telefonu ve numarayı geçtiğimiz günlerde Dante benim için almıştı. Odamda volta atarken Gece'nin numarasını tuşlayıp onu aradım ama ne yazık ki kapalıydı. Deren'in ona gerçekten bir şey yaptığını düşünmüyordum ama yine de endişeleniyordum. Gece hakkımda çok şey biliyordu, ona ne kadarını anlatmak zorunda kalmıştı?

"Deren'i arasam... Açar mı? Gece ile Yaman'a ne yaptığını sorup kapatırım."

Telefona bu kez onun numarasını tuşladım ve kulağıma yaslayıp bir süre bekledim. Belki yabancı diye açmazdı ama benim olduğumu da tahmin ederdi. Yataktaki silahıma bakarken telefondaki sesin kesintisini, ardından Deren'in nefesini algıladım. "Yapamadın değil mi?" diye sordum emin olmak için. "Sırf sevdiğim için Gece ile Yaman'a bir şey yapamadın."

Deren, benimle konuşmadan önce zamana ihtiyacı varmış gibi bir müddet yutkunup ağır şekilde soludu. "O kadar emin olma. Yaman'ı öyle bir dövdüm ki, ağzıyla burnu yer değiştirdi."

İçim sızlarken, "Bırak onları," diye kızdım. Ruhum, Deren'in söylediklerinden çok ses tınısına duyduğu özlem yüzünden bocalamıştı. "Sana söyledim. Ben zaten yaptığım her şeyin bedelini çok önceden ödedim. Senin bana yaşatmayı istediğinden bile daha çok acı çektim. Arkadaşlarıma bir şey yapmana izin vermem. Bir daha sevdiklerimin elimden kayıp gitmesine izin vermem."

Abimlere onu tüm ruhumla, gücümle korurken Deren'e neden böyle çok öfkeleniyordum, ben bile anlamıyordum.

"Onları en çok neden öldürmedim biliyor musun?" dedi Deren. Bir saniye bekledi. "Bana senden bahsetsinler diye."

Gözlerimi tavana doğru kaydırarak yutkundum. "Neden bırakmıyorsun beni? Hâlâ acı çekmeye devam etmemi mi istiyorsun?"

"Bana hâlâ anlatmadığın bir sürü şey var, bu yüzden geri döneceksin," dedi her kelimenin altını çizerek.

Gözlerimi kaplayan öfkeyle beraber kalkıp, "Rüyanda görürsün," diye bağırdım. "Dönmeyeceğim, ait olduğum yer burası."

"Değil," diye o da bana bağırdı ve bir yumruk sesi geldi. Her zamanki gibi bir şeyleri dağıtıyor olabilirdi. "Sen bana aitsin.”

“Bunu nasıl söyleyebilirsin.”

“Sana nasıl davranacak olursam olayım, bana aitsin!”

Hâlâ intikam alma derdinde miydi? “Dönmeyeceğim Deren.”

“Peki... Bunu sen istedin Karmen. Bundan sonra yapacaklarımdan yalnız ben değil ikimiz de sorumluyuz. Sen zorladın beni bunu yapmaya. Sen çektin beni bu bilinmezliğe, sürükledin, hayatıma girdiğin yetmemiş gibi o hayatında kalmam için kuşkulularla yıkadın zihnimi. İçime o kadar derinden hapsoldun ki, bana bu yapacaklarımın hepsini sen yaptırmış oldun, ben değil."

Söylediklerinden sonra telefonu suratıma kapatmasıyla kafamda o kadar şey belirdi ki, nabzım hızlandı. Beni sadece acı çekmemi istemesinden ötürü değil, merak ettiği için de bırakamıyordu. İlişkimiz öyle sağlıksız, mantıksız, tehlikeli olmaya devam ediyordu ki...

Telefon ellerimde bir daha titreyip beni tehlikeli düşüncelerin kucağından çekip aldı. Ekrana baktım ve aynı numaranın aradığını görüp irkildim. Daha... iki saniye önce kapatmamış mıydı? Neden arıyordu? Açıp kulağıma yasladım ve Deren'in, "Ayrıca," dediğini işittim. Soluması düzensiz, hırıltılıydı. "Kendini bir daha öldürmeyi denersen seni öldürürüm!" Sonra telefonu ikinci kez yüzüme kapattı. 

Sanırım... Birbirimizi raporlu bir deli etme yolunda daha hızlı ilerlemeye başlamıştık.

🎠

Günler sonra.

Üzerime giydiğim siyah elbiseme, aynadan bakarken kendime karşı bir hayret içindeydim. Günlerdir hiç olmadığım kadar özenle kıyafetlerimi seçip giyiyor, kendime bakım yapıp görünüşüme dikkat ediyordum. Bunları, bir kalkan görevi görmesi için yapıyordum, çok istediğimden değil. Bugün yine müzayedeye gittiğimiz için özenle hazırlanmıştım ve gariptir ki, kendimi beğenmiştim. Fakat kendime karşı öyle acımasızdım ki, kendimi beğenişimi bile kızıma bir ihanet olarak addediyordum.                    

Siyah elbisenin üzerindeki zincir detaylarını düzeltip boynuma taktığım on beş inciden oluşan kolyeyi de süzdüm. Saçlarımı hafif dalgalandırmış dudağıma da kırmızı ruj sürmüştüm. Mark'la karşılaşacağımız bu gece yıkılmaz görünmek istiyordum. Tıpkı kızımın dediği gibi, onun görmeyi istediği bir anne gibi.

"Karina'm umarım hâlâ hayalindeki anneyimdir."

Çantamı aldım ve kızımın fotoğrafına ilerleyip yüzünü okşadım. Odadan ayrılmak üzereyken de telefonumun çaldığını fark edip ekrana baktım. Numaranın Gece'ye ait olduğunu görünce de heyecanla açtım. Onu bu numaradan aramıştım, evde ve güvende olduğunu söylediğinde de rahatlamıştım. Deren her ne yapacaksa daha yapmamıştı.

"Gece," diyerek aramasını açtığımda, "Merhaba," dedi hemen. "Müsait miydin canım?"

"Evet, evet. İyi misin? Bir şey mi oldu?"

Korkularımı yatıştırarak, "Hayır," dedi ve bir müddet sustu. "Sana bir şey söylemek için aradım. Ben Karina'nın mezarına gideceğim. Ona en sevdiği çiçeği almak istiyorum, sana sorabilir miyim?

Bir gülümsemeyle, "Hepsini sever," dedim. "Henüz çiçekleri ayırt edemiyor ama güllerin kokusunu çok seviyor."

"Yaa," dedi sesindeki bir gülümseyişle. "Gül de alırım o zaman."

Hemen, "Lütfen," dedim. "Çiçek götür, bak mezarına, eğer kirlenmişse de temizle. Edip... Onu tekrar rahatsız etmiş mi anlamaya çalış. O şerefsizin kızımın mezarını bile çalacağından korkuyorum."

"Saçmalama," dedi sertçe. "Bunu asla yapamaz. Noah’ın onu vurmasının ardından asla."

"Kaçtım, daha da öfkeliler." Ürperdim. "O kurşunu sıkarkenki acımasızlığını hatırlıyorum ve Karina'm için korkuyorum. Sen bak yine de."

"Tabii," dedi hızlıca. "Bir süredir aklımda, bugün gidip bakacağım. Ayrıca hâlâ merak ediyorsan eğer etme, ben iyiyim tamam mı?"

"Teklifim hâlâ geçerli. İstersen hemen helikopteri yollarım ve buraya gelirsin."

"Biliyorum canım," dedi ve bir korna sesi geldi. Sanırım trafikteydi. "Düşünüyorum, tamam. Fakat endişe duyma, Deren gerçekten de bir şey yapmadı, bıraktı bizi. Tabibi, Yaman'ı ağır yaraladı, peşine adam taktı ama sonuçta bıraktı. Niye bıraktı, onu da anlamadım ya..."

"Bir şeyler planladığı açık," dedim ve kapımdan gelen tıklamayı duydum. "Canım, şimdi kapatıyorum ama seni yine arayacağım tamam mı? Kendine dikkat et, istediğin zaman da seni alabileceğimi unutma."

"Tamam. Sen de dikkat et. Karina'ya senin için de çiçek götüreceğim."

"Grazie[SE7] ," diyerek aramayı kapattım ve kapım tekrar tıkladığında hızla arkamı dönüp kendime çeki düzen verdim. Girenin Dante olduğunu görünce, "Hazırlanmışsın," dedim. Yüz ifademi toparlayıp gülümsemeye zorladım kendimi. "Ben de hazırım, nasıl olmuşum?" Kendi etrafımda bir tur döndüm.

Elleri kumaş pantolonunun ceplerindeyken beni baştan aşağıya süzüp, "Fazla güzelsin," dedi.  Bakışları kısa süreli koluma takılmıştı, abilerim farkındaydı ama koluma ne olduğunu henüz sormamışlardı.

"Salvador abim nerede?"

"Dışarıda, bizi bekliyor."

Marianne henüz eve alışamadığı ve utanıp odasından çıkamadığı için Noah onunla kalacaktı. Sara'nın açtığı sokak kapısından çıkıp bahçedeki zırhlı aracımıza ilerledim. Angel aracın önündeki Salvador'a sarılmış, abim de onunla vedalaşarak, "Beni bekleme, uyu," diyordu.

"Bekleyeceğim kocam." Angel ellerini onun göğsünde gezdirerek uzaklaştı ve bize dönüp Dante'ye gülümsedikten sonra yanağımdan öptü. "Sağ salim dön Karmen, kendine dikkat et." Beni süzdü. "Çok güzel olmuşsun."

Ben de uzanıp onun yanağından öptüm ve abimlerle birlikte araca binip uzaklaştık. Bu günler içinde müzayede için her şeyi halletmiştim. Müzayedeyi yapan adam Mark'ın bir ahbabıydı ve Mark'ı İtalya'ya getirmeye ikna olmuştu. Bunun için tam on milyon dolar para harcamıştım ama Mark'ın kendi ölümünü satın aldığındaki o ifadesi için her kuruşa değerdi.

"Bu gece onu öldürecek misin?" diye sordu Dante, bir puroyu yakarken.

"Muhtemelen öldürmeyeceğim ama karşılaştığımızda kızımla ilgili bir imada bulunursa dayanamayıp öldürmeyi isterim."

Salvador silahını hep önceden hazırlayan birisi olduğu için susturucusunu şimdiden takıyordu. Üzerine siyah, düğmeleri parlayan bir takım giyinmişti. Saçları dağınık, asiydi. Konuştuklarımız üzerine, "Bu geceden sağ çıkmasını istemiyorum," dedi. "Ama sen acı çekmesini, uzun uzun ölmesini istediğin için sabrediyoruz."

Karina benim kızım olmakla beraber onların yeğeniydi ve bir Russo'ydu. Mark tarafından kandırılmak abimlerin kanına çok dokunmuştu, öfkelilerdi, yine de bana saygı duyup onun ölüm şeklini ve zamanını bana bırakıyorlardı. "Teşekkür ederim," dedim.

O sırada Dante abim konudan bağımsız şekilde, "Bir günlüğüne, hatta birkaç saatliğine Türkiye'ye gidelim," dedi. "Güzel yeğenimin mezarını görmek istiyorum."

Doğru. O gün aceleden görememişlerdi, hatta Noah bile ilgilenememişti.

Başım abimin omzundayken arabanın yavaşladığını hissedip camlardan dışarıya baktım. Bir otoparka girmiştik, etrafta çok pahalı araçlar vardı. Enrica kapımızı açtığında abimlerle beraber indim ve müzayedenin olacağı kata çıkmak için asansörü kullandık. Aynadaki yansımam güçlü ve güzel görünüyordu.

"Mark henüz gelmemiş. Müzayede salonu karanlık olacak. En arkada oturacağız, son dakikaya kadar gözüne görünmeyeceğiz. Zaten, bunun ahbaplarıyla beraber geçireceği bir eğlence olacağını sanıyor."

Girdiğimiz koridorun sağından döndük ve önünde iki tane takım elbiseli adamın dikildiği kapıya kadar yürüdük. Salvador cebinden müzayedeye davet kartını çıkarıp gösterince kapılar bizim için açıldı.

"Mersi," dedim adama göz kırpıp.

İçeride loş bir kırmızılık vardı. Yüzler, yakınlaştıkça seçilir durumdaydı. Abimlerle beraber salonun en arkasındaki koltuklara yan yana otururken başımı önümde tutuyor, yüzümü gizliyordum. Fakat bir noktada beni tanıyan insanların olacağı açıktı, en azından abilerimi. Zaten iki dakika geçmeden bir ahbabı Salvador'u gördü ve yanına kadar gelip onunla el sıkıştı, ayaküstü sohbet ederken, "Karmen mi o?" dedi biraz şaşırmış sesiyle. Kafamı önümde tuttuğum için emin olamamıştı ama fark edildiğim için yüzümü kaldırıp keskin gözlerle baktım. "Evet, benim. Merhaba."

Senelerin ardından beni gördüğü için şaşkın olan bir yüzle karşılaştım ve bu genç adam uzanıp elimi tuttuğunda karşı koymadım. Yüzümü izleyip elimin üstüne öpücük koyarken, "Döndüğünle ilgili söylentiler duymuştum ama seni görene kadar emin değildim," dedi. "Harika görünüyorsun."

"Aynı şeyi söyleyemeyeceğim," dedim ciddi ciddi ve adını hatırlamadığım adam bozulduğunda, şakaya vurmak amaçlı kıkırdadım. "Canım, takılıyorum."

Dante gülüşünü bir öksürükle örterken, adam da bana kibarlıktan gülümseyip elimi bıraktı. "Babanıza selamlar, hoşça kalın."

Adam uzaklaştığında Dante tuttuğu kahkahayı bıraktı ve Salvador dönüp ikimize çatık kaşlarla baktı. "Dikkat çekmememiz gerektiği yerde tüm dikkatleri çekiyorsunuz."

Dante yanağımdan öptü. "Güzelliğimiz ve yakışıklılığımızla değil mi?"

"Soytarılar." Abim her ikimize de kızdıktan sonra kulağıma doğru eğildi. "Fark edilmeye başladın. Mark da seni görebilir. O içeriye girmeden önce lavaboya git, o gelip yerine oturduğunda ben seni çağıracağım. Girdiği ilk an seni fark ederse geri dönebilir ya da kuşku duyar, müzayededen hiçbir şey almaz."

Hakikaten de Mark beni ilk dakikalarda fark ederse kuşkulanırdı, ben de günlerdir hayalini kurduğum korkuyu ona yaşatamazdım. Dante, abimin bana dediklerini duymuş şekilde, "Doğru söylüyor," diye onaylayınca kafamı sallayıp çantamı aldım. "Peki, lavaboya gidiyorum. Fakat gelip yerleştiği an beni çağırın, bensiz müzayede başlamasın."

"Herhalde küçük Russo." Abim geçmem için koltuğunda geriye kaydı. 

Aralıktan çıktım ve başımı önümden kaldırmadan kapıya yürüdüm. Çantamın sapını sıkıca tutarken, yanımdan geçen adamların dirseklerine değiyordum. Koridora çıktığımda onu görme ihtimalim olduğundan yine başımı kaldırmadım, lavaboyu bulana kadar gözlerim kırmızı halılarda dolaştı.

Kadınlar lavabosuna girdiğim an kapıyı çarpıp tezgâha yürüdüm. Aynadan kendime bakmaya başladığımda dudaklarımdaki rujun bozulduğunu gördüm. Burada oyalanmak adına çantadan koyu kırmızı rujumu çıkarıp dudaklarımın çizgilerini takip ederek sürdüm. Alnım terlemişti, bir selpakla teri aldım ve sağ taraftaki saçlarımı kulağımın arkasına koyarak başımı salladım. "Sana ne derse desin taviz vermeyeceksin kızım. Ona ne kadar acı çektiğini belli etmeyeceksin. Karina böyle isterdi, rüyasında sana böyle söyledi. Karina'yı boğan ellerini gördüğünde saldırmayacaksın, acı çektiği süreyi uzatmak için alay edeceksin onunla. Kızın gibi... ona ne olacağını bilmeden günler geçirecek, Karina'nın o fotoğraftaki bakışlarının aynısı yerleşecek gözlerine."

Bunları tekrarlayıp duruyordum ama ellerini gördüğüm an kırmamak için kendimi çok sıkmam gerekecekti. Acaba Karina o an ellerini sağa sola savurup çaresizce yardım... Hayır, durmam gerekiyordu, bunları düşünmeyi bırakmalıydım. Senin ayışığın gitti ama gece hâlâ sensin Karmen. Ve o karanlığında onu boğacaksın.

Telefon sesimi duyunca direkt çantamı açtım. Ekranıma bakınca da beklediğim mesajın geldiğini gördüm. Tüm damarlarım şişmiş gibi vücudum sıkıştı ve Mark'ın adını gören gözlerimi kan kapladı. Telefonu çantama bırakıp geri çekildim ve üzerimi düzeltip arkamı döndüm.

Lavabodan çıkarken bu kez kafamı yukarıda tutuyordum. Dizlerim titrese de ayaklarımı yere sağlam basarak kırmızı halıda birkaç adım ilerledim ve etrafımdan yürüyen birkaç kişinin bakışını hissederken, göğsümden aşağıya bir şeyin yuvarlandığını hissettim. Elimi karnıma götürdüm ve bakınca inci kolyelerimden birisinin koptuğunu gördüm. Aksiliğe, "Siktir," diye fısıldayıp tek dizimin üstünde eğildim ve hemen kırmızı zemindeki incileri aldım. "Gerçekten sırası mıydı?"

İki tane inciyi aldım ama sonra diğerlerini umursamadım. Başımı kaldırdım ve tam doğrulmak üzereydim ki bakış açıma giren siyah, parlak boyalı ayakkabıları gördüm. Elbisenin dekoltesinden görünen bacağımı kapatıp gözlerimi yukarıya yavaşça kaldırdım ve bana bakarken dehşete sürüklenmiş gözler gördüm.

Carlos.

Carlos... Bir zamanlar sevdiğim genç adam. Karina'mın babası. 

Zaman algım bu olanlar karşısında yenik düştü ve etrafımızı kaplayan sessizlikten sonra her şey daha gürültülü oldu. Ciğerimden içeriye iki büyük nefes aldım ve bu karşılaşmanın zamansızlığına içerlemiş şekilde dizlerim üzerinden doğruldum. Omuzlarımı geriye atarak onunla yüz yüze geldiğimde, Carlos'un koyu bakışları yüzümde, üzerimde, saçlarımda dolaştı. "Karmen... Bu gerçekten sensin."

Duygularımın ve kendimin sarsılmaz görünmesine dikkat ederek, "Merhaba," dedim. "Seni görmeyi beklemiyordum."

Dudakları aralandıktan sonra sessizlikle kapandı. İki kez konuşmayı deneyip yapamadı. Arkasında koruması olduğu belli olan iki adam vardı. Geniş omuzlarını taşıyan kumaş siyah ceketi, pantolon ile tamamlamıştı. Gömlek yakalarının önü açıktı. Çenesinde kirli sakal vardı ve yüzü yukarıya çıktıkça olgunlaşmış hatları göze çarpıyordu. Ben büyümüştüm. O büyümüştü.

Kızımız ölmüştü.

"Asıl ben seni görmeyi beklemiyordum," dedi sonunda konuşmayı başararak. Benim sakinliğime kıyasla onun göğsü saniyede bir yükseliyordu. Gözlerini, sanki bir başka yakınımı arıyormuş gibi etrafımda, koridorda dolaştırıp tekrar gözlerime döndü. "Sen... Ne zaman döndün? Neden haber vermedin?"

"Sana neden haber vereyim? Neyimsin?"

Beni yeniden ilk kez görmüş gibi irkilip gözlerini şaşkınca büyüttü. "Bir araya gelip konuşmamız gerektiğini düşünmüyor musun?" diye sordu. "Beni bırakıp gittiğinde sen hami..."

Dakikaları burada geçirip zaman kaybetmek istemediğim için, "İçeriye gitmem gerekiyor," dedim ve bu bir izin isteme olmadığı için yanından geçtim. Attığım ikinci adımdan sonra da kolumda müdahalesini hissedip çenemi yukarıya kaldırdım. Bana doğru eğilip, "Şu an ikimizin de burada olmasından daha önemli hiçbir şey yok," dedi. Sesi panik doluydu ve her an beni kendisine çekecek gibiydi. "Ailenle mi geldin? Abilerin de hiç bahsetmedi. Buradan ayrılıp konuşacağımız bir yere..."

Elbette konuşmalıydık ama şu an önceliğim kendisi değildi. "Ben konuşmak istediğim zaman seni çağırırım," dedim. "Şimdi konuşamam, işlerim var."

Çektiğim koluma doğru bakıp elini saçları arasından geçirdi ve telaşla, "Hiçbir yerde yoktun," dedi. "Benimle hiç iletişime geçmedin, ortadan yok..."

"Sen o masadan yok oldun, ben de ortalıktan." Önüme döndüm ve Carlos donakalırken kırmızı halıda süratle ilerledim. Müzayede kapısını açıp başımı eğerek yürürken Carlos’la karşılaşmış olduğum için buz gibiydim. Sakin kalmıştım ama kızını bıraktığı, onu hiç korumadığı için delicesine hınç doluydum.

Abilerimin omuzlarını görüp dolmuş salonda ilerledim ve sırada oturan beylerin önünden geçip abilerimin arasındaki koltuğa yerleştim. İkisi de aynı anda bana döndü ve Salvador abim, "Geciktin," dedi.

"Carlos burada," dedim ve aynı anda müzayede kapısının bir daha açıldığını duydum. "Onu gördüm."

"Zamanı mıydı?" diye tıslayıp omzunun üzerinden baktı abim ve onu görmüş olmalı ki bize döndü. "Konuştunuz mu? Anlattın mı?"

"Konuştuk ama anlatmadım." Abilerime güvence verir gibi gülümsedim ama kızımın korunaksızlığı, babasız geçirdiği günler yüreğimi katılaştırıyordu o an. "Bir şey bilmediği için sorun çıkarmaz. Mark nerede?"

Abilerim göz göze geldiler ve sonra ikisi de sol çaprazı gösterdi. Dönüp bakmadan önce nefesimi tutup vücuduma koltuktan kalkmaması için emir verdim ve kafamın küçük hareketinden sonra dedikleri yere baktım.

Mark'ı gördüm.

Kızımı öldüren adamı gördüm.

Kanım damarlarımda zıpladı ve gözüme pürüzler eklendi. Her taraf Karina'm için olduğu gibi benim için de karardı. Onu gördüğüm an kendimi evladıma bu kadar yakın hissetmem dünyanın en vicdansız hislerinden birisi olabilirdi. Görünen sol profilinde bir gülümseme göze çarpıyordu ve yanındaki adamla bir şeyler hakkında konuşuyordu. 

Konuşma sırasında savurup durduğu ellerini görünce hayali bir kurşunu kafasının içine geçirip kafatasına sapladım bile.

O elleriyle boğmuştu kızımı.

Benim kokladığım, doyamadığım boynunu o kadar sıkmıştı ki... Karina'm can çekişmişti.

"Karmen," diyen abimle birlikte tuttuğum nefesleri bıraktım ve elimi sıktığını hissettim. "Bu işi uzatmadan hemen şimdi öldürebiliriz onu. Kısa ve temiz olur."

... başlıca ölüm sebebi uzun süre nefes alamama sonucu boğulma olarak görülüyor. Boynundaki parmak izlerinin oluşumundan anladığımız üzere uzun süre boğulmuş, bu da kızınızın uzun süre savaştığı anlamına geliyor.[SE8] 

Uzun sürmüştü. Karina'mın ölümü bile uzun sürmüştü.

"Hayır," dedim. "Kısa sürmeyecek."

Diğer yandan Dante kafamı öpüp başını salladı. "Yapabilirsin, ben sana kendimden bile çok güveniyorum."

Boğulduğumu hissederek elimle boynumu ovaladım ve gözlerimi karşıma çevirince adamın birinin müzayede için kürsüye çıktığını gördüm. Mikrofona hafifçe vurup bizleri selamlayınca, koltukta oturan uzaktan tanıdığımız ahbaplarımız memnun oldu. Ben dikkatimi toplayıp her şeyin hayalini kurduğum gibi ilerlemesi için sabrederken, kürsüdeki adam konuşmasına devam etti.

"Saygı değer konuklarım, bu davete gelerek geceyi onurlandırdığınız için teşekkür ederim. Müzayedede sizler için çok özel iki sürprizim olacak. Her zamanki gibi satın aldığınız sürprizlerin ne olduğunu, sizler o sürprizlere sahip olmadan öğrenemeyeceksiniz." Arkamdaki insanlardan memnuniyet mırıltıları çıkarken, gözlerim Dante'nin bakışlarına takıldı. Sol çapraza, Mark'ın üç arka koltuğunda oturan Carlos'a, Carlos da buraya bakıyordu. "İlk sürprizimizin ne olduğu, kırmızı örtünün altındaki zarfta yazıyor olacak. Bu sürpriz bir özel konuğumun isteği üzerine titizlikle hazırlandı. Bu sürprize sahip olmayı isteyenler için açılışı on milyon dolardan açıyorum."

Kürsüden gelen bir tıklama sesinden sonra salonda konuşmalar duyulmaya başladı. Her sözcük bir yankıyla çarpıyordu kulağıma. Gözlerim Carlos'tan uzaklaşıp üç sıra önüne uzandı ve kalbimdeki ateş küllerinden doğdu. Bu ateş kızımdan başka herkesi yakacak bir ateşti. Konuştuğumuz gibi sağ taraftaki koltuklardan bir adam Mark için hazırladığım sürprizi almak için, "On iki milyon dolar," diye seslenerek teklif etti ve bununla beraber Mark'ın gözleri o adamı buldu. Daha sonra bir başka adam, "On dört milyon dolar," diye teklifte bulundu. 

Bu iki tekliften sonra salon ısınmaya başladı. Bir iki kişi daha yeni tekliflerde bulundu. Mark'ı tanıdığım için bu müzayededeki en yüksek teklifi koyacağını biliyordum. Bir ortamda her zaman en güçlü, en dikkat çeken insan olmayı seviyordu. Birazdan tahmin ettiğim gibi Mark yükselen seslere ve konuşulan paralara sessiz kalamayıp, "Yirmi beş milyon dolar," diye konuştu, dikkatleri üstüne çekerek.

"Aptal," dedi Dante.

Kendi ölümü için yirmi beş milyon dolar ödemeyi teklif etmişti.

"Anlaştığımız adam otuz milyona kadar gidecek," dedi Salvador, kulağıma eğilerek. "Bu da Mark'ın en az otuz beş milyon dolar vereceğini gösteriyor. Kendi ölümünü otuz beş milyon dolara satın alacak."

Dudağım yana doğru kıvrıldı ve abimin bahsettiği adam teklifi otuz milyona yükseltince gözlerim yeniden o caniyi buldu. Bu kez kaşlarını çatmış, o adamı izliyordu. Çekişme ikisi arasında devam ediyordu, diğer birkaç kişi bırakmıştı. Bu mafyalar karanlık sırları, gizemli ölümleri ve tehlikeli oyunları çok sevdikleri için birisinin ölümünü satın almak onları eğlendiriyordu ama Mark birkaç dakika içinde kendi ölümünü aldığını anladığında buradaki kimse bunu hafızasından silemeyecekti.

Abilerimin ve benim beklediğimiz gibi Mark bu çekişmeyi kazanmak uğruna, "Kırk milyon dolar," diye kibirli bir teklifte bulundu ve salonda bir ses rüzgârı oluştu. Ona hayret eden sesler, imrenen kişiler Mark'ın hoşuna gitti ve dudaklarında bir gülümseme meydana geldi. 

Nasıl gülebilirdi? Benim kızımı ağlatmışken nasıl gülümseyebilirdi?

Yumruğumu sıktığımı gören abim parmaklarımı yavaşça açtı ve Mark'ın teklifi rakipsiz kalınca kürsüdeki adam bu tarafa, bize kısa bir an bakıp tokmağı kürsüye vurdu. "O halde satıyorum," diyerek son bir kez daha ortamı alevlendirdi ve kimse karşı çıkmayınca onayladı. "Titizlikle hazırlanan bu sürprizi Mark Petrov'a sattım!"

Gülümsemem çoğalırken üzerimdeki bakışı hissettim ve Carlos'un beni izlediğini gördüm. Gözlerimizin birlikte kaldığı saniyelerde kalbim kıpırdamadı bile. Bakışlarını benden ayırmıyordu, bense onunla vakit kaybetmek istemiyordum. Acaba Mark onu aldattığım kişinin Carlos olduğunu biliyor muydu? Onu neden öldürmemişti? Bildiği açığa çıkmasın diye mi? Etraftaki alkış furyasını takip ederek koltuğundan gururla kalkan Mark'ı izledim ve kürsüye çıktığında bacak bacak üstüne attım.

"Russo soyadını o bedenine kazıyacağım," dedi Salvador, silahını belinden çıkarıp dizine koyarken.

Gözlerimi, henüz bizi görmeyen Mark'tan ayırmadan çantamın fermuarını yavaşça açtım ve silahımı çıkarıp bacaklarımın arkasına tutarken, kürsüdeki adamın hareketlerini izledim. Kırmızı kumaşın altındaki zarfı çıkarıp Mark'a uzattı ve Mark zarfı alıp açarken, iki yanıma bakıp abilerimle göz göze geldim. Gözlerindeki öfke tabakasının üstü galibiyet parıltısı saçıyordu.

"Bunu kaçırmamalısın," diyerek çenemden tutup yüzümü karşıya çevirdi Dante.

Mark'ın zarfı çıkarmasını izledim ve benim gibi salondaki herkes bu ana tanık olurken Mark'ın yüzündeki gülümseme silinmeye başladı. Her duygusunun farkında olarak, bu farkındalığın zevkine vararak seyrediyordum onu. İsmini okuduğu an gözlerine yerleşen şok ve beraberinde gelen anlayış, dudaklarımdaki gülümsemeyi çoğalttı. Eli titremeye başladı ve zarfı indirip karşısındaki adama baktı. "Burada benim ismim yazıyor."

"Sürpriz," dedi adam ellerini iki yana açarak.

Sürpriz orospu çocuğu, sürpriz.

Salonda mükemmel bir sükûnet oluştuktan sonra fısıldaşmalar başladı ve birkaç da gülme sesi duyuldu. Herkes o zarftan ölecek bir isim çıkmasını bekliyordu ama kimse buradan birisinin olacağını bilmiyordu. Mark kendisine gülen insanların olduğu salona göz atıp tekrar adama dönerken yüzünde ışık gibi parlayan hiddeti gördüm. "Ne... Ne sürprizi? Burada müzayedeye katılanların ismi yazılamaz, nasıl bir saçmalık bu? Alay mı ediyorsunuz benimle?"

Adam yalnızca, "Oradan kimin isminin çıkacağıyla ilgili benim bir bilgim yoktur," dedi.

Mark duyduklarına ve gördüklerine inanamıyormuş gibi dişlerini sıkarak elindeki kâğıdı fırlattı. "Ben kırk milyon doları kendi ölümüm için mi verdim şerefsiz? Kim buraya ismimi yazdırdı? Kim bana bu oyunu..." bir anda sustu ve işte o saniye anladı, ben de anladığını anladım. Kafasını hücumla kaldırıp nefes bile alamadan gözlerini panikle salonda dolaştırmaya başladığında yavaşça ayağa kalktım.

Ve Mark'ın gözleri beni bulduğunda elimi kaldırıp başımın yanında salladım. "Merhaba orospu çocuğu."

Bununla beraber tüm gözler üzerime döndü ve Mark gözlerimin içine bakarak geriye sendeledi. Hayalet kadar beyazladığını görerek koltuklar arasında yavaşça yürüdüm ve aralığa çıkıp sahneye ilerledim. Topuk seslerim ıpıssız olmuş sahnede yankılanırken kısa saçlarım her adımımda omzuma düşüyordu. Oradan geçerken Carlos'un da ayağa kalktığını, kendisiyle beraber aldattığımız Mark'a ilerleyişimi izlediğini gördüm. 

"Senin..." ben sahnenin ucunda durunca Mark'ın ağzını zor hareket ettirdiğini gördüm. "Senin burada ne işin var?"

Korkunun asılı kaldığı yüzün her bir çizgisini izledim. "Haber göndermiştim ama bir de kendim söylemek istedim Karmen Russo'nun geri döndüğünü."

Salondaki sessizlik fısıltılarla beraber dağıldı ve Mark'ın eli üzerindeki gömleğin yakasına gitti. Gözleri, az önce kalktığım koltuğa uğradığında abilerimi aradığına emin oldum ve gözleri tamamıyla karanlıkta kalınca onları gördüğünü anladım. Eli yakasından aşağıya düşerken, silahımı bacağımın arkasından yavaşça çıkardım. "Ee, ismin çıktı. Kendini öldürmeyecek misin?"

Arka sıralardan birisi, "Demek söylentiler doğruymuş, Karmen Russo geri dönmüş," dedi.

"Eski nişanlısına neden meydan okuyor?"

Mark kafasını sol, sağ arka taraflarda dolaştırıp sesleri takip ettikten sonra bana döndü. Korku yerini, alışkın olduğu poker bir yüz ifadesine bıraktı ve çenesini dikleştirip koridora doğru, "Buraya bakın!" diye bağırdı.

Korumalarına karşı duyduğu güven neredeyse gözlerimi yaşartacaktı. Abilerimin beni izlediğini ve koruyacağını bilerek sahneye çıktım. Şimdi müdahil olmuyorlardı, çünkü benim yapabileceklerime güveniyorlardı. Mark'a ilerlerken attığım her adımda yer bileklerime dolanıp beni aşağıya çekiyor, Karina'mın kalpten gelen çığlığını duyuyordum. Tam karşısında durduğumda, kapkaranlık bakışlarım onu yutkunmaya itti. Kırmızı dudaklarımı birbirine bastırarak onun az önce titreyen eline uzandım. Nefretle dokunduğum elini kaldırıp diğer elimdeki silahı avucuna koydum. "Hadi, öldür kendini. Herkes o kâğıtta isminin yazdığını biliyor, şerefli ve itibarlı bir adamsan kendini öldür. Kırk milyon doların boşa gitmesin değil mi?"

Müzayedeyi sunan adam, "Merak etmeyin," dedi. "Siz öldükten sonra biz parayı tahsis ederiz."

Bu söylenenlerden sonra salonda küçük küçük gülüşmeler meydana geldi, benim dudağım da kıvrılmıştı. Mark başını gülen seslere doğru kaldırıp sonra da bana çevirdi ve gözleri yanmaya başlarken, "Bu bir oyun," dedi. "Kimse benden kendimi öldürmemi bekleyemez!"

O an kapıların açıldığını ve arkamdan birisinin yürüdüğünü hissettim. Carlos'un sesi, "N'oluyor?" diye sordu, sağ omzumun arkasından. "Mark’la ne sorunun var senin?"

"Sadece benim değil, senin de sorunun var," dedim ve Mark'ın gözleri benden arkaya, sol omzuma doğru kayarken daha fazla öfkeyle doldu. Ve o an bildiğini anladım, onu Carlos’la aldattığımı biliyordu. "Hadi ama Carlos, Mark'ı aldatmamış gibi mi yapacağız?"

Carlos'un bir adım geri sıçradığını ve Mark'ın öfkeden gözlerini kocaman açtığını gördüm. İtibarına inen bir darbe daha onu kontrolden çıkardı ve salonda tekrardan şaşkın sessizlik oluştu. Mark, eline koyduğum silahı alarak geriye çıktı ve silahı bana doğrultarak, "Siz beni aldatamazsınız," diye bağırdı. "Bunun bedelini ödeteceğim."

Korkusuzca gözlerimi Carlos'un yerdeki adımlarına diktim. İleriye çıkması gerekirken orada durmaya devam eden ayaklarına.

Gerçekten... bir korkağı sevmişim, bir zamanlar.

"Sen kimsin kardeşime silah doğrultuyorsun!" diye bir kükreyiş ve ardından koltukların yere çarpan sesini duydum. Abilerimin arkamdan yaklaştığını hissederken kafamı tekrar yukarıya kaldırıyordum ki, başka bir gürültü duydum. Salondaki sükuneti bozan bu sesten sonra konukların koltukta arkalarına döndüğünü gördüm ve suratımda bir silah olmasına rağmen başımı kapıya çevirdim.

Ruhuma n'aptığını bilmediğim birisi orada.

Deren.

Ruhumun kendisi.

Dudaklarımdan bir küçük nefes sızdı ve Deren açtığı kapıdan içeriye ilk adımı attığında göğüs kafesimdeki kemikler bir balyoz inmiş gibi parçalandı. Onun için yükselen kalp atışlarım, burada olmasından sonraki en gerçek şeydi. Üzerinde simsiyah bir takım taşıyarak gözlerini, suratıma doğrultulan silahta tuttu ve seri şekilde üzerime yürüdü.

"Bu hangi cehennemden çıktı?" diye bağırdı Dante.

Avuçlarım iki yumruk oldu ve Deren yürüyüşünü hiç kesmeden ilerlerken, yolunun üzerinde, yakınımda duran Carlos'u fark etti. Sadece birkaç saniye onun yüzüne baktı ve sonra elinin tersini göğsüne koyarak itti, açtığı boşluktan yürüyüp yaklaştı. Kolu koluma değdi ve önüme geçerek Mark'ın şaşkın bakışları arasında onun elini sertçe itti. Başım, omzunun üzerinden Mark'ı görürken de kendi elinde tuttuğu silahını kaldırıp Mark'ı hedef aldı. Silahı onun alnına yasladığında, "Sen kimsin?" dedi Mark, İtalyanca. 

"Deren Ateş," dedi, sertçe. "Karmen'in korumasıyım."


BÖLÜM SONU.